Zincirlerini Kır Özgünlüğüne Sahip Çık!

Kendi gerçekliğinin ne kadar farkındasın? Kendini gerçekten tanıyor musun? Varlığın senin için ne anlam ifade ediyor. Modern dünyanın zincirlerinden kurtulmak ve gerçek benliğini keşfetmek için zincirleri birlikte kıralım!

Zincirlerini Kır Özgünlüğüne Sahip Çık!

Teknolojinin ve İnternetin  keşfedilmediği dönemlerde insanlar sadece kendi hayatlarına odaklanarak yaşıyorlardı. Gezerek, eğlenerek, hobileriyle uğraşarak daha tatminkar ve mutlu bir hayat sürüyorlardı. Hayat mücadelesi içinde yorulsalar da sosyal bağları kuvvetli olduğu için mental ve psikolojik olarak daha güçlüydüler.  Kendilerinin ve kendi gerçekliklerinin farkındaydılar.

Gerçeklik algıları  daha yüksekti. Gerçek insanlarla ilişki kurarak, gerçek anılar yaşıyorlardı. Toplum ve insan  sorunlarına duyarlı olarak, inançları ve hayatları için mücadele ederek, kararlı ve azimli olarak hayatlarına devam ediyorlardı. Çünkü gerçek bir sosyal ağları vardı. 

O dönemlerde kaliteli zaman geçirmek, anı yaşamak, kendi hedefini bulmak, sade yaşamak yada meditasyonla zihni sakinleştirmek....gibi modern kişisel gelişim tavsiyeleri yoktu. Çünkü insanlar zaten bunu doğallıkla yapıyorlardı. 

Toplumun oturmuş bir kültürü,  gelenek görenekleri vardı. İbadet etmek, bayramları birlikte kutlamak normaldi. Komşuluk kültürü gelişmişti. İnsanlar birbirlerine daha açık ve daha sevecendiler. Ayrıca  maddi ve manevi olarak destek oluyorlardı.  Sınıfsal eşitsizlikler, toplumsal sorunlar, maddi problemler yine vardı fakat bugün olduğu kadar derin değildi. 

Evet o dönemlerde de ülkemiz için hiçbir şey kolay değildi. Her dönemde olduğu gibi o dönemde de  zorluklar, sıkıntılar vardı. İnsanların hikâyelerinde de, ülkelerin hikâyelerinde de bu hep böyledir. Aşılması gereken yollar, kırılması gereken zincirler bitmez. Her dönemin kendine has zorlukları ve kolaylıkları vardır.

Fakat artık sorun sınıfsal eşitsizlikten, maddi kaygılardan çok daha fazla. İnsanlar kimliklerini yavaş yavaş kaybediyor. İnsanlar ruhlarını ve akıllarını yavaş yavaş kaybediyor. Çevre kirliliğinden çok daha fazla zihin kirliliği var. Küresel  problemlerden daha çok bireysel problemler var. Siyasal kaygılardan daha çok insansal kaygılar... Artık duygularımızı, aklımızı, odağımızı, inançlarımızı, özgürlüğümüzü, özgünlüğümüzü yavaş yavaş kaybediyoruz. 

Toplumsal çözülme giderek artıyor. Artık tespih taneleri gibi yavaş yavaş dökülüyoruz. Geçmişte siyasi  gruplar arasında görülen fikir ayrılıkları ve çatışmalar artık bireysel. Geçmişte sağcı, solcu  gruplar arasında olan anlaşmazlıklar artık en küçük toplumsal yapı olan ailede. İnsanlar artık ruhsal ve psikolojik hastalıklara daha yatkınlar. Bireyselleşmenin bir sonucu olarak yalnızlaşma, depresyon ve intihar vakaları her geçen gün artıyor.

Artık geleneksel doğrularımız yok. Bireysel doğrularımız var. Artık sosyal ve dini sorumluluklarımız yok bireysel sorunlarımız var. Toplumsal ve kültürel bağlarımız azaldıkça bireysel ve bağımsız fikirlerimiz artıyor. Daha fazla ayrılık, daha fazla aykırılık, daha fazla bireyselleşme isteği  sonucu toplumun ve dinin ortaya koyduğu genel geçer ahlâk kuralları yavaş yavaş yok oluyor. Sapkınlıklar, farklı cinsel yönelimler, pedofili, eşcinsellik, kadına şiddet ve cinayetler hiç olmadığı kadar artmış durumda. Giderek daha kaotik, toplumu ilgilendiren konularda daha az düşünen, daha çok tüketen ve daha çok tükenen bir toplum haline geliyoruz. 

Sosyal medyanın, internetin ve modernitenin insana ve topluma olan etkisiyle toplumda birçok şey biz farkında bile olmadan değişti. İnsanlar artık daha doyumsuzlar, daha hırslılar, zengin olmak, görünür olmak, daha güzel ve gösterişli olmak artık bir hayal değil arzu nesnesi haline geldi. Çünkü sosyal medyada her gün, insanları cezbeden renkli hayatlara maruz kalıyoruz. Eskiden hayatlarımız büyüktü. Anlamlı ve geniş yaşıyorduk. Fakat şimdi küçücük telefonlara sığdırır olduk anıları. Renkli ekranlarda kaybettik gerçekliğimizi, ruhumuzu, bilincimizi...

Sosyal medyadan uzak kalmaya çalışsak bile çoçuğumuzu, ailemizi, komşumuzu yada yakın arkadaşlarımızı etkiliyor. İstemesekte lüks yaşamlar gözümüzün önünde. İnsanlar artık daha güzel, daha zengin, daha cazip görünmek, daha takip edilir olmak için ciddi bir mesai harcıyorlar. 

Sosyal medya biz farkında bile olmadan hayatımızdaki birçok gerçeği değiştirdi. İnsanlar için para kazanmanın kolay bir yolu olan,  istedikleri lüks hayatı onlara sunan,  kolay ve ulaşılabilir bir zenginliği vaad eden bir sistem tabiki de insanlara daha cazip geliyor. Orada kocaman, iştah açıcı bir pasta var ve herkes bu pastadan bir pay almak istiyor. Peki bunun sonu nereye gidiyor?  

Sosyal medyanın yarattığı plâstik insanlar artık her yerde. Kendi doğasına uzaklaşmış. Pasta peşinde ömrünü tüketen ve tükenen, kendisini bulma yolunda değil, mış gibi olma yolunda ilerleyen, hep daha fazlasını ve en iyisini isteyen, anları tüketen, insanları tüketen, yaşıyormuş gibi görünmek için her geçen gün ölen  özgürlüğünü kaybeden, yönetilebilen insanlar sürüsü haline geliyoruz. 

Bize birşeyler oldu son dönemlerde bireyselleşmenin de ötesinde, küresel medyanın bize dayattığı, sahte ve içi boşaltılmış insan modellerine özenmeye başladık. Artık toplumla ilgili büyük ve kutsal amaçlarımız yok. Artık kendimizle ilgili dünya dışında bir hedefimiz yok. Tek çabamız daha zengin, daha görünür, daha güzel, daha arzulanan, daha özenilen olmak. 

Kişisel amaçlarımız ve hedeflerimiz toplumsal hedeflerin ve sorumlulukların önüne geçmiş durumda. Geçmiste vatanı için, geleceği için dertlenen, siyasi gruplar oluşturan ve daha iyi bir yaşam isteyen, haklarını arayan bir nesil vardı. Toplumsal sorunlar hakkında konuşan, düşünen ve çözüm bulmaya çalışan bir nesil.

Gerçeği arayan, daha gerçekçi yaşayan dünyaya niçin geldiğini sorgulayan bir nesil vardı? Tek dertleri gelecek nesilleri kurtarmaktı. Okuyan, araştıran, kütüphanelerde vakit geçiren, düşünen, dini ve dünyevi kaygıları olan bir nesil kayboldu. 

Tek çabamız pastadan büyük bir dilim kapabilmek. Şanş, başarı, şöhret, zenginlik, güzellik, güç para...gibi kavramlar plastik çocukların elindeki tehlikeli oyuncaklar haline geldi. 

Tehlikeli oyuncaklar,  çünkü uyanma yolculuğundaki her ruh, kendi özüne inmek için zorlanmalıdır. Dünyadan kaçmak istercesine zorlanmalı ve çıkış yolları aramalıdır. Bu arayış  ruhsal ve içsel olmalıdır. Önce ruhu ve kalbi uyanmalıdır insanın.

Yaradana ve özüne dönmelidir yüzünü. Tıpkı Mevlana, Yunus Emre, Veysel Karani, Abdülkadir Geylani...ve nice Allah dostları gibi. uyanmamış insanlar için bu kavramlar sadece felaket getiriyor. Kişiyi daha derin bir uçuruma içinden çıkılmaz bir kuyuya götürüyor. kendi özüne inememiş, varlığa, insana ve evrene dair gerçekleri göremeyen  insanlar bu kavramlarla oyuncak gibi oynuyor. 

Artık sadece insanlar ve eşyalar değil fikirler ve  kavramlar da pazarlanıyor. Güzelleştirilip, cazip hale getirilen herşey daha çok talep ediliyor. Zenginlik, başarı, şans, güzellik,  fikirler...hayal değil satın alabilirsin.

Ama kaybedilen ruhsal ve manevi değerleri asla satın alamazsın. Özgünlük, gerçek özgürlük, yaratıcılık, gerçek cesaret, gerçek aşk, Allah ile kurulan gerçek bir bağ, samimiyet, iyi niyet, fedakârlık, yardımseverlik, kalp huzuru, ruhsal yükseliş, ilahi kaynaktan gelen ilimler, nurani feyzler ve açılımlar, ömür bereketi, sağlık... Yani insanın ruhsal ve zihinsel dünyasına ait ne varsa gerçek mutluluk oradadır. 

İnsanoğlu gerçek kurtuluşu yalnızca kendi doğasına ve yaradılışına uygun yaşadığında bulabilir. İnsan maddeden çok mânâdır. Bedenin ötesinde ruhtur. O saf bir enerjidir. Allah'a aittir ve yalnız ona  dönecektir. Bu nedenle kalbiyle, ruhuyla ve bedeniyle Allah'a ibadet ettiğinde gerçek huzuru ve mutluluğu bulacaktır. 

Uğruna emek verdiğimiz evler kurduğumuz, eşyalarla bezediğimiz evler bir gün yok olacak. Saatlerimizi, zamanımızı tükettiğimiz işlerimizin bize hiçbir faydası olmayacak. Uğruna kendimizi harcadığımız ailelerimizi, çocuklarımızı bir gün son kez göreceğiz. Biriktirdiğimiz mallar, birikimler, yaptığımız yatırımlar ve harcamaların çöp kadar değer taşımadığını bir gün anlayacağız. 

Ruh bedene ağır gelir bir gün, beden taşıyamaz ve yere yığılır. İşte o gün tüm gerçekleri anladığımız gün olacaktır. Ruh bedenden ya Allah'a kavuşma arzusu ve ümidi ile çıkar. Ya da bu dünyanın hırslarına artık yetişemeyeceğini ve yorulduğunu anladığında vazgeçer dünyadan.

Ölüm dünyayı içinde son nefesine kadar taşıyan insanın ilk kez dünyadan vazgeçişidir aslında. Bu vazgeçiş son nefesteyse eğer, ruh büyük bir pişmanlıkla yüzleşir. Yorgun, bitkin, Allah'ı tanımadan, ruhunu temizleyip yüceltmeden, namaz,  zikir, şükür, fikir, dua, Kuran nurları ile temizlenmeden yani yaradılış görevini yerine getirmeden sonsuz bir mutsuzlukla bu dünyadan giden ruh için artık hiçbir kurtuluş yolu da  yoktur.

Bir gün bu uykudan uyandırılmadan, modern dünyanın bize sunduğu tüm oyuncaklardan vazgeçip kendi doğamıza dönelim. Yeteneklerimiz, fikirlerimiz, doğrularımız, yaradılış amacımız orada özümüzde kodlu. Sosyal medyadan, gerçeği gölgeleyen herşeyden, izlediğimiz tüm  filmlerden, etkilendiğimiz tüm fikirlerden kurtulalım. Özgünlük ve özgürlük yalnızca yaradılışımıza uygun yaşamakla mümkündür.  


Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

1994 yılında Burdur' da doğdum. 2012 yılında Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi'nde Almanca öğretmenliği eğitimi almaya başladım. Çocukluğumdan beri okumayı ve fikirlerimi yazarak ifade etmeyi seviyorum. ve kelimelerin dünyayı değiştirme gücüne inanıyorum. Yazılarımla başkalarına ilham vermek ve zamanın testinden geçecek bir miras bırakmak istiyorum