2030 / Mauro F. Guillén

2030'da dünyada hayat nasıl olacak? Yeni trendler neler olacak?

2030 / Mauro F. Guillén
reklam

2030’da dünyada hayat nasıl olacak?

Yeni trendler neler olacak?

Değişen dünyada hangi gelişmeler ön plana çıkacak?

Önümüzdeki 10 yıl içinde artan sıcaklıklar yaşam biçimimizi tehdit edecek.

Düşük doğum oranı, yüksek yaşam beklentisi ile birleşerek baby boomer’ları güçlü bir demografik grup haline getirecek.

Bazı ekonomiler durgunlaşırken diğerleri beklenmedik bir şekilde gelişecek.

reklam
reklam

Önümüzdeki 10 yılın getireceği zorlukları öngörmek ve fırsatları kucaklamak için geleceğin neler getireceği hakkında bilgi sahibi olmamız gerekiyor.

Hangi yeni teknolojiler iklim değişikliği ve yoksullukla mücadelede umut veriyor?

Kadınlar neden erkeklerden daha fazla kazanç elde edecek?

Neden işbirliğine dayalı bir tüketim tarzına yönelmek üzereyiz? 

2020’de basılan bu kitapta gelecek 10 yılın tasavvuru yapılarak, gelecek hakkında fikir yürütülmüş.

Ben kısaca kitaptaki önemli kısımları size aktarmak istiyorum;

Azalan doğum oranı demografiyi sonsuza dek değiştirecek 1970’lerden bu yana ABD’deki kadınlar ortalama olarak ikiden az çocuk sahibi oldu. Başka bir deyişle, mevcut neslin yerini doldurmak için gerekenden daha az sayıda ürediler. Azalan nüfus, gezegenin aşırı yüklenmiş kaynakları için iyi bir haber olabilir. Ancak mevcut ekonomik sistemimiz, bir sonraki neslin yaşlılara bakmasına ve vergileriyle emekli maaşlarının faturasını ödemesine dayanıyor.

Brezilya’dan Japonya’ya dünyanın dört bir yanında hükümetler, önümüzdeki yıllarda yaşlanan nüfuslarını kimin finanse edeceğini sorguluyor.

Peki doğum oranları neden düşüyor?

2 önemli sebep var. Artık kadınlar iş gücünde daha aktifler. Dolayısıyla, seçtikleri alanda yerleşik hale gelene kadar aile kurmayı ertelemeleri doğal kabul ediliyor. Doğurganlık yaşla birlikte azalıyor, bu nedenle ailelerini daha geç kuran kadınlar daha az çocuk sahibi olma eğiliminde oluyor. Ayrıca daha az seks yapıyoruz.

 Archives of Sexual Behavior tarafından yapılan bir araştırma, 2010’larda Amerikalıların 1990’lara kıyasla yılda ortalama dokuz kez daha az seks yaptığını ortaya koydu. Bunun nedeni teknolojinin evlerimize bir dizi eğlenceli oyalanma getirmiş olmasıdır. Seks, artık yağmurlu bir gecede yapabileceğimiz birçok alternatiften sadece biri.

Her ülkenin doğum oranı düşüşte değil. Afrika kıtasının şu anki nüfusu 1,3 milyar. Bu rakamın 2038’e kadar 2 milyara, 2061’e kadar ise 3 milyara yükseleceği ve patlamanın Sahra altı bölgesinde yoğunlaşacağı tahmin ediliyor.

Afrika’da nüfus patlamasının iki önemli etkisi olacaktır. Birincisi, Sahraaltı Afrika ithal gıdaya bağımlı.

Dünya Bankası’na göre, nüfus arttıkça, bölgedeki tarımın beslenmesi ve geliştirilmesine yönelik pazarlar da büyüyecek ve potansiyel olarak trilyon dolarlık bir sektör haline gelecek.

İkinci olarak, birçok Batılı ülke, göç konusundaki katı tutumlarını yeniden gözden geçirecek.

Yakında emeklilerinin finansmanı ve bakımı için dışarıdan gelen göçmen işçilere bağımlı hale gelebilirler. Yaşlanan tüketiciler daha fazla harcama gücüne sahip olacak.

1891’de Hollanda’da baba-oğul olan Frederick ve Gerard Phillips, Phillips’i kurdu. Aralarında ampuller, elektrikli tıraş makinesi, VCR ve CD’nin de bulunduğu bir dizi yenilikçi buluş sayesinde Phillips, yirminci yüzyılın büyük bir bölümüne damga vurdu. Bu durum 1990’larda Asya’da üretilen daha ucuz elektronik ürünlerin birdenbire ortaya çıkmasıyla değişmeye başladı. 2000’li yıllarda, zor durumdaki şirket iflasın eşiğine geldi. Frans van Houten 2011 yılında dümene geçmeseydi Philips tamamen kapanabilirdi. Houten, Philips’in odağını MR ve tomografi gibi sağlık teknolojilerine kaydırdı.

Dünyanın yaşlanan nüfusu sayesinde, bu ürünler şu anda yüksek talep görüyor ve bu talep muhtemelen artmaya devam edecek. Van Houten 2011 yılında birçok şirketin hala kavrayamadığı bir şeyi gördü. Yaşlanan nüfus, firmalar için muazzam bir finansal fırsat sunuyor. Şu anda 1944–1964 arasında doğan 60 yaş ve üzeri insanlar(baby boomers) ve 1925–1943 yılları arasında doğan(sessiz kuşak) dünya servetinin yarısından fazlasını elinde tutuyor.

2030 yılına kadar dünya genelinde 60 yaş üstü grupta 400 milyon kişi daha olacak. Bu grubun gelişen tıbbın etkisiyle önceki kuşaklardan daha geç emekli olacağı tahmin ediliyor, bu da daha fazla servet biriktirecekleri anlamına geliyor. Şirketlerin ayakta kalması ve işlerini sürdürebilmek için bu harcama gücünden faydalanmaları gerekiyor. 

Şaşırtıcı bir şekilde, bunu nadiren yapıyorlar. 50 yaşın üzerindeki Birleşik Krallık vatandaşlarının %96’sı şirketler ve reklamlar tarafından görmezden gelindiklerini hissettiğini bildiriyor. Bu demografik değişimden faydalanmak için, işletmelerin 60 yaş üstü grupla hedefe yönelik, istek uyandıran bir şekilde konuşması ve ürün ve hizmetlerini onlara göre uyarlaması gerekiyor. Ne yazık ki bu kitleye ulaşmak kolay değil. Yine de değişen ihtiyaçlarını ve tercihlerini öngörmek işe yarayabilir.

Çıkarılacak ders basit: Ekonomiyi anlamak için 60 yaş üstüne iyi bakın. 2030 yılına kadar orta sınıf dramatik bir şekilde değişmiş olacak Orta sınıflar ekonominin lokomotifidir. Ne varlıklı ne yoksul olan bu kesim, temkinli de olsalar istikrarlı tüketicilerdir. Ekonomik çarkların dönmesini sağlayan da onların istikrarlı harcamalarıdır.

Oysa Avrupa ve Amerika’da bir zamanlar güçlü olan orta sınıflar durgunlaşıyor. Birçok geleneksel orta sınıf işi ya otomasyon sebebiyle kayboluyor ya da dışarıdan temin ediliyor.

2030 yılında, iki orta sınıf hikayesinin ortaya çıktığını göreceğiz. Asya’da ve gelişmekte olan dünyada orta sınıflar patlama yaşayacak. Mevcut küresel eğilim devam edecek ve daha az sayıda insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor olacak. Bu sayede Alibaba ve Didi gibi gelişmekte olan dünya merkezli şirketler küresel güç merkezleri haline gelmeye başlayacak.

Ancak aynı pazarlara girmek isteyen ABD’li ve Avrupalı şirketler, bu yeni orta sınıfın kültürel tercihlerine uyum sağlayamazlarsa, görünümleri hiç iç açıcı olmayacak. Walmart’ın gelişmekte olan dünyaya girişi, yeni bir pazara düşünmeden açılmanın tehlikelerini göstermektedir. Perakende devi, Koreli tüketicinin daha küçük miktarlarda satın alma tercihinden habersiz bir şekilde toplu paketlenmiş ürünler satmaya çalıştı.Kayak pisti bulunmayan Brezilya’da ise kayak satmaya kalktı.

Asya’da ve gelişme olan ülkelerde ortaya çıkan bu orta sınıflar daha zengin hale gelirken, ev ve araba gibi tipik orta sınıf ihtiyaçlarını edinip statülerini lüks mallarla sergiledikleri için daha fazla borçlanmaları da öngörülüyor. Dahası, tüketimdeki bu artış eğilimi, dünyayı işlenmesi gereken şimdikinden daha fazla atıkla baş başa bırakacak. Ancak ABD ve Avrupa’da orta sınıflar küçülmeye devam edebilir.

Pew Araştırma Merkezi’ne göre, 1971 yılında ABD’de orta sınıf olarak kabul edilen 80 milyon hane varken, 52 milyon hane ya varlıklı, ya işçi sınıfı ya da yoksuldu. 2015 yılında ise 121,3 milyon orta sınıf hane varken, 120,8 milyon hane orta sınıf değildi. Dolayısıyla, teknik olarak daha fazla orta sınıf hane olsa da, oransal olarak orta sınıf dramatik bir şekilde küçüldü.

Gelişmekte olan dünya, bir zamanlar Batılı orta sınıf yaşam tarzını hedef olarak görüyordu. 2030 yılına gelindiğinde bu bakış açısı tersine dönmüş olabilir. 2030’da kadınlar dünya servetinin yarısından fazlasına sahip olacak, 2030 yılına gelindiğinde kadınlar ilk kez dünya servetinin yarısından fazlasına sahip olacak. Bunun sonucunda da küresel harcama alışkanlıkları değişecek. Kadınların genellikle erkeklerden daha fazla harcama yaptığı eğitim, sağlık ve sigorta gibi sektörlerde harcamalar muhtemelen artacak. Yatırımlarda ise kadınlar endeks fonları gibi “daha güvenli” yatırımlara yönelecek.

Halihazırda kadınlar işgücünde aktif olmakla birlikte, ilerleme ve servet edinme konusunda hala önemli engellerle karşılaşmaktadır. Bir kadın aynı zamanda birincil bakıcıysa, birkaç yıl çalışmayı ve buna karşılık gelen maaşı kaybetmeyi bekleyebilir. Ancak önümüzdeki on yıl çalışan kadınlar için iyi haberler getiriyor.

Yaşlanan nüfusumuz ve düşük doğum oranı sayesinde nitelikli çalışan havuzu daralacak. Bu da işletmelerin çalışan annelere her zamankinden daha fazla güveneceği anlamına geliyor. Aslında bu durum, dünyanın en düşük doğum oranlarından birine sahip olan Japonya’da şimdiden yaşanıyor.

Yıllar boyunca, yüksek kalifiyeli Japon kadınlarının çocuk sahibi olduktan sonra işlerini bırakmaları bekleniyordu. Şimdi iş gücüne geri dönüyorlar çünkü yerlerini alacak yeterli sayıda genç işçi yok. Japonya’da çalışma çağındaki kadınların yüzde 71’i şu anda tam zamanlı istihdamda.Görünen o ki, toplumsal cinsiyet güç dinamiklerindeki bu değişime biz de hazır olacağız.

 Yaklaşan iklim krizini atlatmak için şehir yaşamının dönüşmesi gerekiyor. Şehirler, yüksek beton ve asfalt yoğunlukları sayesinde kırsal alanlardan daha hızlı ısınıyor. Bu malzemeler ısıyı hapsediyor ve bu da küresel ısınmayı arttırıyor.

Şehirler aynı zamanda tüketim, inşaat ve trafik merkezleridir. Aslında, dünyadaki şehirler enerji kullanımının yüzde 75’inden ve karbon emisyonlarının yüzde 80’inden sorumludur. İklim değişikliği şüphesiz şehirlerde daha şiddetli hissedilecek.

Şehirler dünya topraklarının yalnızca yüzde birini oluştururken dünya nüfusunun yüzde 55’ini barındırıyor. Daha da önemlisi, şehirlerin yüzde 75’i bir kıyıda ya da kıyıya yakın, bu da onları yükselen deniz seviyelerine karşı savunmasız hale getiriyor.

Jakarta ve Bangkok gibi Asya’nın mega-metropolleri özellikle risk altındadır. Başka yerlerde ise Venedik, New Orleans ve Miami yakın bir tehditle karşı karşıya. Şehirler vatandaşlarını daha çevreci seçimler yapmaları için teşvik etmelidir. Toplu taşımayı sadece çevre dostu bir seçenek olarak değil, aynı zamanda ucuz ve uygun bir seçim haline getirmek iyi bir başlangıç olabilir.

Bir başka çözüm de şehirlerin kendi gıdalarını yetiştirmesi olabilir. Kentsel tarım, gıdaların kent merkezlerine taşınmasından kaynaklanan karbon ayak izini azaltabilir ve kentsel yeşilliği güçlendirebilir. Singapur’da kentsel tarım planları halihazırda yürürlükte. Sky Greens adlı firma, kentsel kulelerdeki dikey bahçelerde ticari miktarlarda marul ve ıspanak yetiştiriyor. Oluşturdukları iklim tehdidine rağmen, kent merkezlerimiz önlenemez bir şekilde büyümeye devam ediyor.

2030 yılına kadar 400’den fazla şehrin nüfusu bir milyondan fazla olacak. Önümüzdeki on yıl içinde şehirler ya vatandaşlarına bu değişiklikleri teşvik edecek ve dikey bahçecilik gibi yeşil girişimleri benimseyecek ya da korkunç sonuçlarla karşı karşıya kalacak.

Sahip olmak yerine paylaşmaya alışın Paylaşım ekonomisi yükseliyor. Yakında hepimiz daha az şeye sahip olacak ve daha çok şey paylaşacağız. Her kıtada bir eviniz ya da ziyaret ettiğiniz her şehirde bir arabanız olduğunu hayal edin. Tek sorun şu ki, bunlar sizin değil, ya da sadece sizin değil. Onlara erişmek için ücret ödeyen birçok insandan birisiniz. Bu sizi rahatsız ediyor mu? Cevabınız hayırsa, siz de bir Y ya da Z kuşağı üyesi olabilirsiniz.

İstatistikler, yaşam tarzına mülkten daha fazla değer verdiğinizi ve bir ürüne sahip olmak için yüksek bir fiyat ödemek yerine o ürünü kullanmak için düşük bir fiyat ödeme olasılığınızın ebeveynlerinizden daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Paylaşım ekonomisi yeni bir şey değil. Yirmi birinci yüzyılın başlarında, Uber gibi araç paylaşım platformları ve Airbnb gibi ev paylaşım platformları ortaya çıktı. Bu ilk paylaşım platformları, yeni mobil uygulama teknolojileri ve tüketici alışkanlıklarındaki değişimin kesiştiği noktada ortaya çıkan bir pazar dalgasını yönlendirdi. 

2030 yılına gelindiğinde, ortalama harcamalarımızın yarısı işbirliğine dayalı tüketim için olacak. İster bir şarkı, ister bir araba, hatta bir çalışma alanı olsun, bir ürüne sahip olmadan onu kullanmamızı sağlayan hizmetlerden yararlanacağız. Sadece bisiklet ya da kamp ekipmanı gibi varlıkları paylaşmayacağız. Çalışma alanlarını paylaşacağız, birbirimizin masraflarını kitlesel fonlama yoluyla ödeyeceğiz ve peer to peer borç verme yoluyla birbirimizin ev kredilerini ve üniversite eğitimlerini finanse edeceğiz. Bu süreçte bankalar ve emlak acenteleri gibi kurumları bypass edeceğiz. Kulağa oldukça ütopik geliyor, değil mi? Bazı dezavantajları da olabilir. Paylaşım platformları tamamen esneklikle ilgilidir. Bu, tüketicileri için harika ama çalışanları için kötü olabilir. Uber gibi şirketler çalışanlarına ücretli izin, sağlık sigortası ya da emeklilik planları gibi kritik avantajlar sağlamaktan kaçınıyor.

Çalışanlar için bu kritik boşluklara rağmen, paylaşımın olumlu potansiyeli çok büyüktür. Paylaşım mülkiyeti azaltır ve daha az mülk daha az aşırı tüketim anlamına gelir. 2030’da kripto paranın tüm potansiyelinden faydalanacağız.

On üçüncü yüzyılın sonlarında, cesur İtalyan kaşif Marco Polo Çin’e gitti. Oraya ayak basan ilk Avrupalıydı.

Barut ve porselen gibi henüz Avrupa’ya ulaşmamış pek çok şaşırtıcı şey gördü. Ama gerçekten aklını başından alan şey neydi?

Kağıt para. Bugünlerde, Marco Polo’yu çok etkileyen kağıt paradan hisse senedi ve tahvillere kadar, temsil ettikleri değerden giderek soyutlanan para biçimlerini rahatlıkla kullanıyoruz.

Para birimindeki bir sonraki potansiyel devrim çoktan başlamış durumda. Kripto para birimleri 2030 yılına kadar ana akım haline gelebilir. Kripto para tam olarak nedir?

En popüler kripto para birimlerinden birini örnek olarak kullanarak açıklayalım:

Bitcoin. Bitcoin, bir sistem aracılığıyla tamamen çevrimiçi olarak çıkarılır ve dağıtılır. Herhangi bir hükümet ya da bankaya bağlı değildir. Bitcoin ile yapılan her işlemin kaydına blok zinciri şeklinde çevrimiçi olarak erişilebilir. Bir blok, kaydedilmiş bir işlemdir. Bu işlemler bir araya getirildiğinde şifrelenmiş bir blok zinciri oluşturur. Blok zincirinde boşluk yoktur. Eğer herhangi bir blok kurcalanırsa, bu hemen anlaşılır. Kripto meraklılarına göre blok zinciri sistemi, Bitcoin ve benzeri diğer kripto paraları dünyanın en güvenli para birimi haline getiriyor. Ancak şimdiye kadar çoğu insan banka hesaplarını bırakıp kripto paraya geçmeye yanaşmadı. Bu anlaşılabilir bir durum. Kripto varlık değişkendir.

 Bitcoin’in değeri sürekli dalgalanıyor. 2017 yılında bir Bitcoin 20.000 dolar değerindeydi. Aynı bitcoin bir yıl sonra 2,500 dolar oldu. Ancak blok zinciri teknolojisi her türlü işlemi gerçekleştirme şeklimizde devrim yaratabilir.

Sözleşmeli bir tedarikçi işini tamamladığında, hesabına otomatik bir kripto ödemesini almasını sağlayan bir kodu etkinleştirebilir. 

Bir hükümet her kripto işleminden kendi payına düşen vergiyi otomatik olarak düşebilir. Bu, daha etik bir şekilde harcama yapmamıza da yardımcı olabilir.

 Müziğe, televizyona veya bir kitaba çevrimiçi olarak eriştiğinizde, yaratıcısına doğrudan bir ödeme yapılabilir. Önümüzdeki on yıl, içinde yaşadığımız dünyaya büyük değişiklikler getirecek.

Yaklaşan iklim krizi ve yaşlanan küresel nüfus gibi bazıları zorluklara yol açacak.

Paylaşım ekonomisinin yükselişi, kripto para birimi ve teknolojideki yenilikler gibi diğerleri ise fırsatlar sunacak. Hazırlık yaparak ilkinin üstesinden gelebilir ve ikincisini kucaklayabiliriz.